CHP oyları yüzde 40'a yaklaşıyor! | Hatem Ete, PanoramaTR'nin Kasım 2025 araştırmasını anlatıyor

03.12.2025 medyascope.tv

3 Aralık 2025’te medyascope.tv'de yaptığımız söyleşiyi yayına Tania Taşçıoğlu Baykal hazırladı

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. PanoramaTR'nin Kasım 2025 araştırması saha çalışmasının raporunu, yine her ay olduğu gibi Direktörü Hatem Ete ile konuşuyoruz. Hatem, merhaba.
Hatem Ete: Merhaba.

Ruşen Çakır: Dün Ankara’da Özgür Özel'le konuşma imkânı buldum, yaklaşık bir saat sohbet ettik. Orada CHP'yi de konuştuk ve onun bana söyledikleriyle sizin sonuçlarınız neredeyse örtüşüyor. Herhâlde sizin raporu da takip ediyor, onun da etkisi vardır. Özel bana %35'in üzerinde olduklarını, hatta bazen %40'a da yaklaştıklarını söyledi. Sizin araştırmanızda, kararsızlar dağıtıldıktan sonra CHP'yi %36,2, AKP'yi %34,8 görüyorum. Aylardır yaptığınız araştırma raporlarına baktığımız zaman, aslında CHP hep kıl payı önde, değil mi? Belli bir süreden beri böyle. Ama CHP'nin 31 Mart 2024 yerel seçimindeki oy oranı neredeyse %37 idi. Önce bu konuyla başlayalım. Bir de, iki partili yarış meselesi iyice netleşiyor, değil mi?
Ete: Evet. Seninle programlarımızda hep konuştuk. Aslında son iki yılda, seçmenlerin oy verme davranışını da, siyasi partilerin oy oranını da iki temel dinamik belirledi. Birincisi, 31 Mart yerel seçimleriydi. 31 Mart yerel seçimleri sonrasında, çok net bir şekilde hem AK Parti'deki oy düşüşünü gözlemledik, hem de CHP'nin oy artışını gözlemledik ve bunun geçici bir trend olmadığı ortaya çıktı. Yani sonraki aylarda da CHP'nin yerel seçimler sonrasında geldiği bu eksen devam etti. AK Parti de oylarını çok fazla toparlayamadı. Fakat yine de her ikisi totalde, seçmenin yaklaşık %50'sini, %60'ını kendi bünyelerinde topluyorlardı. Bunun üstüne, ikinci dalga 19 Mart sürecinde yaşandı. 19 Mart, hem CHP'nin hem AK Parti'nin oy oranını arttırdı. Ama CHP'nin oy oranını AK Parti'ninkine nazaran biraz daha fazla artırdı ve o değişimin de geçici bir değişim olmadığını, geride bıraktığımız yedi sekiz ayda artık net olarak söyleyebiliyoruz. Dolayısıyla, son 12 yıllık seçmen dinamiklerini ve siyasi partilerin durumunu belirleyen iki temel dinamik, yerel seçimler ve 19 Mart süreci oldu.
Hatırlarsan, 31 Mart'la, 19 Mart arasındaki yaklaşık o bir yıllık süreçte, bazen CHP öne geçiyordu, bazen AK Parti öne geçiyordu; CHP mutlak bir hâkimiyet kurmamıştı. 19 Mart'tan sonraysa, CHP artık neredeyse her ay, AK Parti'nin önünde. Dolayısıyla, bu 19 Mart sürecinin, CHP'nin birinciliğini tahkim ettiğini söylemek yanlış olmaz.
Bu iki tespitten sonra şunu da söylemek lazım ama: İkisi arasındaki oy farkı da her an değişebilir bir oy farkı olmaya devam ediyor. Yani her iki parti, 2 puan, 3 puan, bazen 1 puana düşen oy farkıyla birinciliği sürdürüyor. 19 Mart'tan itibaren birincilik etrafında bir yarış var. CHP bu yarışı kaybetmiş değil, ama hemen gerisinden gelen AK Parti ile arasındaki fark da 2 puanı geçmiyor; bazen 1, bazen 2 puanlık bir fark var aralarında. 19 Mart'tan sonra, her ikisinin de oy oranı %70'e vardı. Şu anda AK Parti ile CHP'nin toplamı, doğrudan tercihlerde 50'nin üzerinde. Kararsızları dağıttığımız zaman da, 65'in üzerinde bir toplam, bu iki partide öbekleniyor. Dolayısıyla, bu başkanlık sisteminin ittifaklar üzerinden yürümesi ve AK Parti ile CHP'nin bu ittifaklara öncülük etmesi, iki partili bir çoğunluğa doğru götürdü bizi. Arkasından gelen partiler DEM Parti ile MHP %5, 6 sınırlarında. Onların hemen arkalarında bu çözüm sürecinin etkisiyle de oy oranını 1, 2 puan arttırmış Zafer Partisi, İYİ Parti, Yeniden Refah Partisi ve Anahtar Parti var. Ama bunların hepsi 2, 3 bandında yer alan partiler. Dolayısıyla 2, 3 puan bandında yer alan dört parti, 5, 6 bandında yer alan iki parti ve doğrudan tercihlerde yaklaşık 25’i dağıttıktan sonra da 30'ların üzerinde duran iki partili bir sistemimiz var.

Ruşen Çakır: Kasım ayında kararsızların oranının arttığını saptamışsınız ki bu çok önemli. Kararsızların büyük çoğunluğunun, daha önce AK Parti’ye oy vermiş ya da oy kullanmamış olduğunu söylüyorsunuz. Bu, çok dikkatimi çekti. Mesela CHP'ye oy vermiş olup, ‘’kararsızım’’ diyenlerin sayısı bayağı az anladığım kadarıyla. Yani CHP öncelikle kendi oyunu koruyor ve üstüne oy alıyor anlamına geliyor. Tabii buradaki gidişatta, partilerin seçim yaklaştığı zamandaki duruşları etkili olacak herhâlde. Siz yıllardır bu işi yapıyorsunuz, seçim yaklaştığı zaman, kararsızların sandığa gitmede, tercih yapmada motivasyonları neler oluyor?
Ete: Gözlemlerimize göre, genelde uzunca bir süre kararsızlarda bekleyip herhangi bir parti tercihinde bulunmayan seçmenin önünde iki yol kalıyor. Ya kendi ana eski partilerine geri dönüyorlar. Yani uzunca bir süre başka bir partiye gitmemişse, ya seçim dönemindeki o sıcak siyasi tartışmadan ve karar verme baskısından dolayı kendi eski partilerine yöneliyorlar ya da sandığa gitmemeyi tercih ediyorlar. Bu biraz seçimlerin hayat memat noktasına gelip gelmemesi ile ilişkili. Mesela bu seçmen yerel seçimlerde kararsız olmayı tercih ederken, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde sandığa gitmeyi tercih ediyor, ama genel seçimlerde yine kararsızlarda durmaya devam ediyor, sandığa gitmemeyi tercih ediyor. Burada önünde iki yol var: Ya kararsız konumunu sürdürecek, dolayısıyla sandığa gitmeyecek, ya da eğer sandığa gidecekse, büyük bir ihtimalle kendi eski partisine oy vermeye dönük bir tercihle sandığa gidecek anlamına geliyor.
Uzunca bir süredir, özellikle CHP'yi hedef alan siyasi süreçlerden sonra, CHP kökenli kararsız oranında azalma yaşandı. Eskiden öyle değildi. Eskiden, iki merkez parti neredeyse birbirine yakın oy oranlarında kararsıza ev sahipliği yapıyordu. Yani AK Parti’li kararsızlarla, CHP’li kararsızların oy oranı birbirine yakındı. 19 Mart sürecinden sonra, CHP'nin maruz kaldığı baskılar dolayısıyla kararsızlarda duran CHP'liler, büyük oranda CHP'ye geri döndü; CHP'nin o kararsız havuzundaki oranı azaldı. Ama AK Partililer orada durmaya devam ediyorlar. Uzunca bir süre bir yere gitmeyeceklerse, siyasi kamplaşma biraz daha fazla sertleştiğinde, seçim sürecine girildiğinde AK Parti'ye geri döneceklerini veya Cumhurbaşkanı lehine bir tercihte bulunacaklarını yahut sandığa gitmeme yönünde oy kullanacaklarını varsayabiliriz. Benim hep, “CHP ile AK Parti arasındaki rekabette birincilik henüz net olarak belirlenmedi” dememin bir nedeni de, AK Parti kökenli seçmenin, kararsızlar blokundaki oranının fazla olmaya devam etmesi. Birinci tercih, ‘’eğer bunlar bir yere gitmiyorsa AK Parti'ye gidecekler’’ anlamına geleceği için, bu birincilik her an değişebilir ihtiyatını sürekli koruyarak söylüyorum.

Ruşen Çakır: Burada diğer partilere baktığımızda, DEM Parti’yi eski oyuna yakın gibi görüyorum, ama MHP'de bir azalma var. Bu partiler, çözüm sürecinin iki önemli aktörü. MHP'den azalmada, herhâlde Bahçeli'nin çözüm sürecine bu kadar angaje olmasının etkisi vardır diye akıl yürütüyorum. Ama DEM Parti'nin oylarında pek gerileme olmaması nedeniyle, sanki onların bu süreçten şikâyetçi olmadıkları sonucunu çıkartıyorum. Çok mu spekülatif olur?
Ete: Kısmen, çok değil aslında. Ben anket sonuçlarına bakıp, henüz, çözüm sürecinin MHP'nin oy oranına negatif yansıdığını söyleyemem. Bu süreç henüz başlamamışken bile seninle yaptığımız programlarda hep MHP'nin %5, 6 civarında, hatta zaman zaman %4, 5 civarında bir oy oranında durduğunu söylüyorduk ve şu kaydı da düşüyorduk; “Anketlerde biz genelde MHP'yi yakalayamıyoruz, ama seçim günü geldiğinde MHP’liler genelde kendi partilerine dönüyorlar. Dolayısıyla bunu, MHP'nin bizim araştırmamızdaki oy oranının önümüzdeki seçimlerde de barajı aşma sıkıntısı yaşayacaklarına yormayalım” diyordum. Sen zaman zaman spekülatif bir soru sorup, “MHP baraj altında mı kalıyor o zaman?” dediğinde, ben hep, ‘’seçim döneminde bunlar değişebilir’’ kaydını düşüyordum. Dolayısıyla ben bunu, bu yürüyen süreçte Bahçeli'nin oynadığı öncülük rolünün, MHP tabanının bir kısmında reaksiyon üretmesiyle ilişkilendirmiyorum henüz. Eğer net olarak biz süreç öncesi ile süreç sonrası MHP'nin oy oranında radikal bir düşüş görebilseydik, bunu söyleyebilirdim. Ama henüz böyle radikal bir düşüş yok. Milliyetçi seçmende hiç mi bir hareketlilik yaşanmadı? Yaşandı elbette. Bu süreç dolayısıyla 3 puanlık bir milliyetçi seçmen artışı yaşandı. MHP, yarım puan, bir puan civarında oy kaybetti. Bunlar, bu oyların Anahtar Parti’ye gitmiş olabileceğine yönelik bizim kendi gözlemlerimiz. Zafer Partisi'nde ve İYİ Parti'de de birer puanlık bir artış oranına rastladık.
Ama bu kadar büyük bir süreçte 3 puanlık bir hareketlilik bize iki şey söyler: Birincisi, evet, milliyetçi seçmende hareketlilik var ve bu hareketin yönü, büyük oranda iktidar içinde bulunan partilere yönelik oldu. Anahtar Parti ve Büyük Birlik Partisi'nin buradan aldığı pasta daha fazla. Ama Zafer Partisi ve İYİ Parti'de de bunun hemen altında bir hareketlilik var. Hemen bunun ardından ikinci bir tespit yapmamız lâzım: Üç puanlık bir hareketlilik fazla bir hareketlilik değil. Zaten bizim yaptığımız araştırmaların hata payı 2, 3 civarında. Dolayısıyla, kendi raporlarımızda hem sürecin harekete geçirdiği belli oranda bir seçmenin oluşmaya başladığını, ama şimdilik bunun çok sınırlı olduğunu söyleyerek bunu geçiyoruz. MHP kısmı ile ilgili bunu söyleyebilirim. Yani, evet, MHP'de kısmi bir düşüş var, ama ben bu düşüşün, MHP'nin, ‘’seçmen benim bu tutumumdan memnun değil’’ diyebileceği, bu dersi çıkarabileceği bir orana ulaştığını gözlemlemiyorum henüz. Ama milliyetçi düşüncedeki seçmende belli oranda bir hareketlilik var. DEM Parti ile ilgili meselede dediğin doğru, ama bunu da yine doğrudan sürece destekle mi ilişkilendirmeliyiz? DEM Parti'nin, süreç vesilesiyle son dönemlerde bir siyasi aktöre dönüşmesi, siyasi akreditasyon elde etmesi, medyada ve siyasette biraz daha fazla önü açılan, muhatap alınan, davet edilen bir siyasi partiye dönüşmesinin, seçmen nezdindekarşılığı olduğunu mu söylemeliyiz? Dolayısıyla, dolaylı olarak yine süreç diyebiliriz DEM Parti'ye, çünkü bunlar da süreç vesilesiyle oldu. Ama DEM Parti ve MHP'de doğrudan sürece dair net bir kırılma yaşanıyor diyemem.

Ruşen Çakır: Türkiye'nin gidişatına baktığımda, olumsuz algı %70'e yakın. Ekonomik gidişat %80'e yakın olumsuz. Erdoğan'ı başarısız bulanların oranı yarıdan fazla. Yani genel olarak yönetime ve ülkenin gidişatına yönelik bayağı karamsar bir tablo var. Ama bu, kamuoyu yoklamalarına birebir yansımıyor, yine iktidar partileri %40 civarında oy alıyor gözüküyor. Tabii bu normalin altında. Bir diğer husus da, ekonomiden sonra en önemli sorun olarak adaletin görülüyor olması. Bu çok olan bir şey değildi. Eskiden, genellikle ekonomi, terör gibi öne çıkardı. Şimdi adalet konusu da öne çıkıyor. İBB İddianamesi de çıktı, biliyorsun. Siz anketi yaptığınızda çıkmıştı galiba. İnsanların çoğu hâlâ bu olayı adlî değil, siyasi bir süreç olarak görüyor, değil mi?
Ete: Evet. Önce başta söylediğine bir değineyim, bence gerçekten altı çizilmesi gereken bir şey bu. Ben bunu zaman zaman ‘’siyasal anomali’’ olarak da adlandırıyorum. Yani iktidarın sorumlu tutulabileceği alanların çoğunda, seçmen onayı %25, 30'lar civarında aslında. Çok büyük bir olumsuz algı var. Mesela, özellikle ekonomi ile ilgili sorulan sorularda, seçmenin, iktidarın bu mevcut ekonomi yönetimini, ekonomi programını, ekonomiyi yönetme tarzını tasvip etmediğine yönelik olarak, %70'lere, 80'lere varan oranlara rastlıyoruz. Benzer şekilde, adaletle ilgili meselelerde de seçmenin %60'a yakını, burada bir siyasi operasyon olduğu kanaatine sahip. Fakat bu kadar büyük ‘’bir yönetme problemi var, iktidar ülkeyi doğru ve güçlü bir şekilde yönetmiyor’’ algısının hâkim olmasına karşın, seçmenin oy verme davranışında parti aidiyetleri belirleyici olmaya devam ediyor. Bu, özellikle de siyasetçilerin ve siyasetle ilgilenen aktörlerin analiz etmesi gereken, yorumlaması gereken bir anomali. Yani ne CHP'nin oy oranında çok yüksek oranda bir artış var ne de AK Parti'nin oy oranında ciddi şekilde bir düşüş var. Süreçler yaşanıyor, toplum bu süreçlere yönelik kanaatini ifade etmekten geri durmuyor, tasvip etmiyorsa tasvip etmediğini söylüyor, ama oy verme davranışını etkileyecek bir düzeye gitmiyor. Bu, seçmenin kayıtsızlığı, bunu yeterince ciddiye almaması olarak mı okunmalı ya da başka bir alternatif bulamadığı için bu düzeyde devam ettiği şeklinde mi yorumlamalı, bilmiyorum. Ama bu, üzerinde düşünülmesi gereken, altını çizmemiz gereken bir şey. Dolayısıyla, bunu teyit etmiş olayım ben de.

Ruşen Çakır: Bu bağlamda şunu da sormak isterim. Malum, sizin araştırmadan sonra oldu ama, CHP 3 günlük bir Kurultay yaptı ve Kurultayın ilk gününde, partinin yeni programı öne çıktı. Her ne kadar kamuoyuna tam mâl olmadıysa da, Özgür Özel yaptığı açıklamalarda ve dün kendisiyle yaptığımız sohbette de vurguladı bunu: “Çok ciddi bir şekilde, programın bazı hususlarını, en az altı, yedi maddesini, ülkede herkesin bileceği çok ciddi bir çalışma yürüteceğiz.” Oradaki temel husus, ‘‘CHP iktidara gelirse ülkeyi yönetebilir mi?’’ meselesi. Tam da senin söylediğin husus; yani insanlar durumdan memnun değil, ama muhalefete de çok yönelmiyor. CHP bunu kırabilir mi sence? 
Ete: Kesinlikle kırabilir, belli oranlarda kırabilir. Türkiye'de çok keskin bir partizan tutum var. Yapılan bütün analizler, akademik çalışmalar, kamuoyu araştırmaları bunu teyit ediyor; bunu yadsımak zor. Türkiye'de son zamanlarda merkez seçmen ya da rasyonel seçmen dediğimiz seçmen kategorisi artmış olsa bile sınırlı. Dolayısıyla, seçmenin büyük çoğunluğu partizan eğilimlerle oy veriyor. Fakat buna karşın yine de, son 10 yıldaki bu ittifak süreçleri, yaşanan büyük çalkantılar, bu seçmen oranını da belli oranda azalttı. Hem iktidarla muhalefet kanadı arasında geçişkenlikler arttı, hem de bloklar içi geçişkenlikler ciddi oranda arttı. Dolayısıyla, CHP, özellikle 31 Mart'ta elde ettiği bu başarılardan sonra seçmene ciddi bir alternatif olduğu duygusunu verebilirse, ben burada kısmi oranda bir başarı elde etmesinin mümkün olduğunu gözlemliyorum. Aslında iktidar tam da bu gerekçeyle CHP'yi sürekli mahkeme süreçleriyle, yargı süreçleriyle, yolsuzluk iddialarıyla meşgul etme politikası güdüyor. CHP de bugüne kadar neredeyse enerjisinin ve mesaisinin tamamını bu süreçlerle meşgul ederek harcadı. Bunu belli oranda yapmak zorunda elbette. Yani bir suçlama var, belediye başkanları görevden alınıyor. Dolayısıyla, buna bigâne kalması düşünülemez. Ama süreçler belli bir rutinleşmeye vardıktan sonra hem söyleminde hem mesaisinde, hem de enerjisinde bir görev dağılımı, bir iş bölümü yapmasına ihtiyaç var. Bu Olağan Kongre ,son bir yılda CHP'nin kendi iradesiyle gerçekleştirdiği, yine de yargı süreçleri dolayısıyla takvimi biraz erkene almak zorunda kaldığı, ama normal takvimini kendisinin işlettiği olağan süreçler neticesinde gerçekleşen bir kongre süreciydi. Partiyi seçime götürecek kadrolar belirlendi, seçim döneminde kullanacağı programı hayata geçirdi. Ben bunun iyi bir potansiyel imkân olduğunu, önümüzdeki dönemde seçmenin, iktidarın yapıp ettiklerine bu kadar büyük oranda memnuniyetsizlik izhâr ettiği bir dönemde, bu imkânın kullanılması gerektiğini düşünüyorum. Hem söyleminde hem politikalarında hem de harcadığı mesaide buna yönelik bir revizyona giderse, burada gidebilecek yerin hâlâ fazla olduğunu düşünüyorum. Hem kararsız oranı yüksek olmaya devam ediyor, hem de iktidara yönelik memnuniyetsizlik çok yüksek. Dolayısıyla, burada bir potansiyel var.

Ruşen Çakır: Siz bu ayki araştırmada ağırlıkla PKK'nın silahsızlandırılmasını yapmışsınız, ama ben o bölümü yazan Doç. Vahap Coşkun'la ayrı bir yayın yapmayı düşünüyorum. Onun için çok girmeyelim o olaya, ama CHP'yi konuşmuşken senin görüşünü merak ediyorum. Pazartesi günü, senin de katıldığın bir çalıştayda, İmralı heyetine katılıp katılmama meselesi çok konuşuldu. Sizin burada yaptığınız saha araştırmasında henüz kararlar verilmemişti, ama fikir ortadaydı. Sorduğunuzda, %75 gibi ezici bir çoğunluk, “gidilmesin,” diyor, değil mi? CHP'nin de son âna kadar ne yapacağı bilinmiyordu. Sonuçta, CHP gitmeyi reddetti ve kapalı toplantıdan çıktı, heyete de kimseyi vermedi. Bakıldığı zaman, büyük bir çoğunluğun istemediği bir yerde durdu CHP. Büyük çoğunlukla aynı yerde durdu diyelim. Bu olay CHP'ye yönelik ilgiyi arttırmış mıdır, yoksa bu çıkışın CHP'ye birtakım maliyetleri olabilir mi? Ne dersin?
Ete: Nereden baktığımıza bağlı olarak ikisi de mümkün bence. Eğer CHP seçmenini yeterince konsolide edemediğini, seçmenini konsolide etmeye ihtiyaç duyduğunu düşünerek böyle bir karar verdiyse, bu kararın, seçmeniyle örtüşen bir karar olduğu açık. Ama ben CHP'nin buna ihtiyacı olduğunu düşünmüyorum, CHP'nin seçmeni zaten konsolide. İktidarla CHP arasındaki gerilim, CHP'nin son dönemde yargı süreçleriyle yürüttüğü imtihan, tabanını zaten yeterince konsolide etti. Bu tür durumlarda siyasi partilerin, tabanlarının benimsemediği bazı kararlar vermek, o kararları siyasi süreçler dolayısıyla yürütmek gibi bir inisiyatif alanları da var. Tabanlar da siyasi partilere bu inisiyatifi verir aslında. Bunun en önemli örneği, iktidar seçmeninin, iktidarın yürüttüğü sürece verdiği desteğin oranı. Öcalan'la görüşme konusunda MHP ve AK Parti tabanında da yarı yarıya bölünmüş bir düzeyde var. Toplumun kahir ekseriyeti Öcalan'la görüşmeyi tasvip etmiyordu zaten. Ama bu verilmesi gereken bir siyasi kararsa, siyasi liderlik de buna yönelik bir karar verir, dolayısıyla bunun riskini alır.
Bizim kamuoyu araştırma sürecinde yaptığımız siyasi gözlemlerden, seçmenin sadece bir başlığa bakarak da kendi siyasi partisi ile ilgili tutumunu netleştirmediğini kolaylıkla söylememiz mümkün. Seçmen, sadece bir konudaki duygusuna bakarak oy tercihini değiştirmiyor. Dolayısıyla, CHP'nin bütün bu süreçte, tabanı bu süreci benimsemediği için ‘’hayır’’ dediğini varsaymıyorum. CHP'nin tabanı, muhtemelen, önümüzdeki dönemde çıkacak yasal düzenlemelere de büyük oranda ‘’hayır’’ diyecektir. CHP burada da kendi tabanının eğilimlerine bakıp mı bir siyaset belirleyecek, yoksa siyaset yürütürken göz önünde bulundurduğu belli dinamikler üzerinden mi siyaset yapacak, bizim açımızdan o önemli. CHP bu kararını aktörlere ya da kamuoyuna lanse ederken, “Taban bunu benimsemiyordu” diyebilir, ama ben, CHP'nin taban istemediği için bu kararı aldığı kanaatinde değilim. Ben CHP'nin daha fazla siyasi bir analiz yaptığını, bunun üzerinden iktidara bir mesaj vermek üzere bu kararı aldığını düşünüyorum. “Biz Meclis Komisyonu’na katıldık. Meclis Komisyonu’ndaki varlığımız ya da sürece desteğimiz, elbette kendi kararımız.” Ama bu, süreci yürütürken iktidarın da işini kolaylaştıran bir şey. Fakat bunun karşılığında iktidar CHP'ye yönelik baskısını azaltmadı. Dolayısıyla, CHP, bunun üzerinden Cumhurbaşkanı Erdoğan'a bir mesaj verdi diye okuyorum ben. Yokluğunu göstererek, varlığının muhtemel anlamını hissettirme ihtiyacı duydu ve bunu gösterdi. Bundan sonra, iktidar CHP'nin süreçteki varlığına bir anlam atfediyor mu, etmiyor mu, onu gözlemleyeceğiz. CHP bu tutumunu sürdürerek iktidara karşı refleksif bir tutum mu alacak, yoksa kendi politikasını mı yürütecek, ona bakacağız. Yani o anlamda CHP'nin bu kararı çok eleştirildi, ama anlaşılabilir gerekçelere dayandığını düşünüyorum. CHP'nin de kendi içinde bu kararı alırken çok mutmain olduğunu zannetmiyorum. O da riskli bir karar aldığının farkında. Artıları var, eksileri var; ama gerekçenin CHP'nin tabanı olmadığı kanaatindeyim ben.

Ruşen Çakır: Araştırmanızda sorduğunuz sorularda, çoğunluk sürece, “Olsa iyi olur” diyor, ama birçok konuda hep şüpheyle bakıyor. Kürt sorununun olduğuna inanmıyor, ayrımcılık olduğuna inanmıyor vesaire. Ve şu âna kadar süreçte genellikle devletten bir adım gelmedi, örgütten, Öcalan'dan ve Kandil'den geldi. Şu âna kadar, bu kesimleri rahatsız eden çok fazla bir şey olmadı. Ama şimdi ikinci aşama diye bir şeyden bahsediliyor ve birtakım yasal düzenlemeler olacak. Bahçeli bugün, “Suça bulaşmamış olanlar gelsin” dedi, ama bu herhâlde kademe kademe olacak, birtakım adımlar atmak durumunda kalacak devlet. Bu adımlar seçmen çoğunluğunun siyasi tercihini herhâlde etkileyecektir. Ben şöyle okuyorum: Demin konuştuğumuz gibi, şu anda seçmen tercihinde süreç çok etkili gözükmüyor, az gözüküyor. Çünkü çok basitçe söyleyecek olursak, şu âna kadar devlet pek bir şey vermedi. Yani Öcalan'a ulaşılması dışında, Öcalan'ın mesajlarının yansıması dışında pek bir şey vermedi devlet. Sözlü birtakım şeyler var, ama adımlar atılmaya başladığında, birileri ülkeye geri döndüğünde ya da birtakım tahliyeler başladığında, o zaman o milliyetçi partilerin oylarının daha da artmasını bekleyebilir miyiz? Çünkü burada çok ciddi bir sorun var. O da, Pazartesi günkü toplantıda da konuşulan, sürecin toplumsallaşması sorunu. Her ne kadar Bahçeli, “Milletimiz razı” diyorsa da ben hâlâ o rızanın oluştuğuna inanmıyorum.
Ete: Aslında bu toplumsallaştırma kararı süreç yönetimi ile ilgili bir karar kanaatimce. İktidar bu süreci yürütme konusunda bir karar verdi ve süreci de yürütüyor. Fakat bu süreci yönetme tarzı, tartışmalara açık. Bugüne kadarki süreç yönetimi, süreçte atılan adımların ciddi bir toplumsal reaksiyon üretmesini engelledi. Muhtemelen, önümüzdeki dönemde alınacak kararların da toplumda belli reaksiyonlar üretme ihtimali göz önünde bulundurularak bir tercihte bulunuluyor. İktidarın AK Parti kanadı, bunu toplumsallaştırmadan yürütmenin, sürecin herhangi bir reaksiyonla karşılaşmaması açısından daha doğru bir süreç yönetimi olduğu kanaatinde. MHP kanadıysa bu süreci toplumsallaştırmanın daha doğru olacağını düşünüyor. Benim dışarıdan yaptığım gözlem bu. Bugüne kadarki safha açısından toplumsallaştırmamak daha doğruydu, benim de kanaatim o yöndeydi. Ama önümüzdeki dönemde iktidarın toplumsallaştırmaya yönelik adımlar atmasına ihtiyaç olacak. Fakat ben orada AK Parti'nin tedirginliğini de anlayabiliyorum. Nihayetinde, MHP'de, AK Parti de kimlik partileri; tabanlarıyla ilişkileri daha net, sadakat ilişkisi daha yüksek. Dolayısıyla, liderlik kadrosunun verdiği bir kararı tabana benimsetme ya da tabana kabul ettirme konusunda zorluk, kimlik partilerinde daha az. Merkez partilerinde bu daha zordur. Çünkü merkez partilerinin tabanı homojen olmadığı için, merkez partileri birçok farklı eğilimlerdeki tabanı bir arada tutma çabası içerisinde olmak zorunda. İşte ilk imtihanda, CHP’nin, tabanla liderlik arasında yaşanan çelişki nedeniyle yaşadığı tıkanıklığı gördük. AK Parti de önümüzdeki dönemde böyle bir sıkıntıyla karşılaşmamak için mümkün mertebe süreç yönetimini toplumsallaştırmadan götürme taraftarı. Yani liderler ya da elitler, verilmesi gereken kararları çok fazla kamuoyu önünde tartışmadan, bunu çok fazla kamuoyunun gündemine getirmeden yürütme taraftarı. Bunun, muhtemel reaksiyonları azaltabileceğine yönelik bir okumaları var. Mesela, Cumhurbaşkanı’nın partisinin grup toplantısında komisyonu adres gösterirken ‘‘Öcalan'la görüşme’’ ismini ağzına almaması ya da AK Parti grubunun, “Olumlu bakıyoruz” dediğinde, neye olumlu baktığını isimlendirmemeye yönelik bu temkinli tutumunun, bilinçli bir stratejinin ürünü olduğunu düşünüyorum. Orada kamuoyunda yaşanan ihtilaf şununla ilgili: AK Parti'nin ya da Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın bu ismini koymama tutumu, sürece yönelik bir kararsızlıktan mı kaynaklanıyor, süreç yönetimine yönelik bir karardan mı kaynaklanıyor? Ben şu anki gözlemlerime dayanarak ikinci kanattayım. Ben AK Parti'nin bu temkininin süreci yönetmeye yönelik bir kararsızlığın yansıması olmadığını düşünüyorum. Bunun süreç yönetimine yönelik bir bilinçli tercih olduğunu düşünüyorum. Bu süreç yönetimine yönelik karar doğru bir karar mı? O konuda farklı düşünüyorum. Bence bu karar doğru bir karar değil. Önümüzdeki dönem, toplumsallaştırmayı gerektiren bir dönem.
Yasal düzenlemeler bahsinde de, eğer AK Parti bu süreci yönetirken, seçimlerde Kürt seçmenin kendisine yönelik desteğini önemsiyorsa, bu desteğin kanalize edilmesini bekliyorsa bile, süreci belli bir nebzede toplumsallaştırmanın daha doğru olacağı kanaatindeyim. Ama muhtemelen süreçte bu netameli aşamalar geçene kadar toplumsallaştırmama yönünde bir karar almış gözüküyor AK Parti. Öyle anlaşılıyor. Senin soruna geri dönerek cevaplandırayım. Bu, muhtemel milliyetçi reaksiyonun dozunu düşürebilir gerçekten ve milliyetçi cenahta belli bir hareketliliğin oluşmasını engelleyebilir. Süreç yönetimi açısından böyle bir temkin, seçmenin, verilen bu kararlardan etkilenme düzeyini düşürebilir. Muhtemelen AK Parti de bunu gözeterek süreci çok fazla toplumsallaştırmadan yürütmeyi önceliyor gibi okuyorum.

Ruşen Çakır: Evet, Hatem, toparlayalım ama atladığımız bir şey kaldı mı? Her şeyi konuştuk herhâlde.
Ete: Toplumsal destek meselesini konuşmadık. Orada da herhangi bir değişme yok. Toplum, sürece, yine %60'lara yakın bir düzeyde destek vermeye devam ediyor.

Ruşen Çakır: Ama gidişata güvenmiyor.
Ete: Evet, gidişata yönelik oranlarda da ciddi bir değişim yok.

Ruşen Çakır: Çok sağ ol, Hatem, teşekkürler. Evet, PanoramaTR'nin Kasım 2025 araştırmasını Direktörü Hatem Ete ile konuştuk. Kendisine çok teşekkürler. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler, iyi günler.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
07.12.2025 Hayır, boşuna çiğnemedik
06.12.2025 Fethullahçılık varlığını nasıl sürdürebiliyor?
05.12.2025 Türk’ün Türk’e, Kürdün Kürde propagandası
04.12.2025 Muhalefet seçimlere hangi medyayla girecek?
03.12.2025 Özgür Özel mucizesi sürüyor
03.12.2025 CHP oyları yüzde 40'a yaklaşıyor! | Hatem Ete, PanoramaTR'nin Kasım 2025 araştırmasını anlatıyor
02.12.2025 Sürecin toplumsallaşmasını kimler engelliyor?
01.12.2025 Fethullah Gülen 2018’de kendisine sunulan 30 maddelik şeffaflık bildirgesini neden reddetti?
30.11.2025 CHP mucizesi sürüyor
30.11.2025 Bir Kılıçdaroğlu klasiği: Hesap vermeden hesap sorma
07.12.2025 Hayır, boşuna çiğnemedik
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı